Sayfalar

7 Mayıs 2021 Cuma

kız beklerken oğlan doğdu

"Kadının, kendi animusu (bilinçaltı erkek tarafı) ile buluşmaya, onu anlamaya ve onunla bağlantı kurmaya ihtiyacı vardır. Aksi halde hayatın içerisinde adımlar atması, sağlıklı ilişkiler yaratması, potansiyellerini sunması ve sağlıklı bir birey olarak hayatına devam etmesi olanaksızlaşır. Animus’un bilinçdışından bilince aktarılması gerekir. Bu, bireyleşme sürecinin bir parçasıdır."

DidemÇivici, "Animus: Kadının Eril Tini" isimli makalesinden*

*** 

sabah bhagavad gita'nın son dersine uyanıyorum. ders on dakika geç başlayacakmış. o sırada, gece irem'den bir mesaja ilişiyor gözüm: "Ateş ve Işık elementi ağırlıkta. yani Güneş. Dişilik ve Ay'a yönelmek yerine Güneş'e gitmeliyiz." bedenim yarı uyanık halde, sözün tam anlamıyla

ç a r p ı l ı y o r u m.

bhagavad gita'nın ilk dersinde arjuna ile rehberi krşna'yı tanımıştık. burayı şimdi çok anlatasım yok. fakat yazılarımı takip edenler hatırlayacaktır, bireysel inzivam o ilk ders ile başlamıştı. ardından arjuna'nın yıkımına ve öğrenciliğin başlamasına şahit olmuştuk inzivamın bitimine doğru. son ders yine türlü sır ile geliyor. bana böyle dersler hep ağır gelir, hafif uyku hali çöker üzerime. "kendini kendinle yücelt" son dersin adı. türlü kalp çarpıntısıyla yüreğim ağzımda bitiyor ders. uykuya dalıyorum. o kısacık uykumda gördüğüm rüyada elime bir oğlan çocuğu veriliyor. henüz bir bebek. şaşkınım. beklemiyorum. nerden geldi diye soramadan daha, bebeğe bakıyorum. ilgi ve sevgi bekliyor.

bir oğlan bebek.
doğdu.
türlü sancıdan sonra. 
şimdi elimde.
ilgi ve sevgi bekliyor. 
bu oğlan bebek,
büyümek istiyor.

***

irem ile iki yıl önce sessizlikte tanıştık biz. 6 haftalık gebeyim, ve hissediyorum ki kız olacak çünkü inziva boyunca annemle meselelerimi çalışıyorum. inziva sonrası çemberde onun benden duyduğu ilk cümleler şunlar olmuştu: "ne kadar da eril eril davranıyorum, ateş, ateşim çok yüksek. yıkıcı erilim yumuşasın istiyorum, biraz daha dişil yanıma yöneleyim."

o gün bugündür bilinçli bi şekilde eril tarafıma ve ateş elementinin bendeki formuna çalışıyorum. tek tek bakıyorum sözlerime, eylemlerime: eril tarafım kendini nasıl ifade ediyor, ateş nasıl ifade buluyor bedenimde...

geçen kış boyunca, doğukan'ın evde olması sayesinde rüyalar ile tanış oluyorum. yaz, diyor. yazmıyorum ama sürekli üzerine konuşuyoruz. sembollere bakıyoruz. tefekkür ediyoruz. rüyaları karşılaştırıp çalışıyoruz, ödevler çıkarıyoruz. 

rüyaların kahramanı, ulaşmak istediğim fakat benden uzak durmayı seçen (öyle sanıyorum) bi adam. (bu arada, ilginçtir, onu rüyalarımda görmek istediğimi dile getirdikten sonra rüyalarıma giriyor, öncesinde aylarca hiç görmüyorum.) onun, animus, yani bilinçdışı erkek tarafım olduğunu fark etmemiz çok zaman almıyor. rüyalarımda ondan uzak durmayı seçenin ben olduğuma ayıyorum önce. dengeli, güçlü, irade sahibi eril tarafımdan korkuyorum, çekiniyorum, hatta bir rüyamda apaçık güneş alan bi yerden gölgeli bir yere geçiyorum "beni görmesin diye", içten içe görsün isterken oysa...

"eril pratikler yapmalısın gibi duruyor, yoga, meditasyon, bir şeye niyet edip onu düzenli pratik etmelisin" diyor doğukan.

ve öyle de yapıyorum. 

sonra bir gün rüyama bir kadın giriyor. diyor ki "hadi git şimdi ona (animus), aradan çekiliyorum." sarılıyorum ona. animus'a giderken onun olduğu odada bir kadın çemberi görüyorum. animus'a giden yol kadın çemberinden geçiyor. çemberdeki her bir kadına tek tek sarılıyorum. animus'a varıp varmadığımı hatırlamıyorum.

***

gün içinde, içimde kocaman bir sıkıntı, bir yas var sanki. kapanmaya veriyorum önce; isyana dönüşmeye meyli oluyor bu hissin; sonra dışsal bir faktörden ziyade tam içimden gelen bir yas hissi olduğunu hatırlıyorum bunun. filiz'in söyleşisi var online. onlarca kadınla birlikte oturuyoruz. öyle hisli bir çember olmasa da, söylenen her şarkıda, paylaşılan her sözde yaşlar akıyor usul usul. yas tutuyorum...

yas önce bedenime gelir benim. onu kalbimde hissetmek kısa bi zaman, zihinsel olarak adını koymaksa nazaran uzun bir zaman alır. bu kez öyle olmadı. doğum olduysa en nihayetinde; bu yasın da içimde ölen bir şeylere dair olduğunu biliyordum...

***

elime bir oğlan bebek veriliyor. 
gaz çıkarılması gerekir gibi yüzükoyun yatar pozisyonda.
şaşkınım.
bu bebek bir lütuf. 
bu lütfa layık mıyım? diye soracak oluyorum; cevap yok.
bebek varsa
sorumluluk var.
bebek büyümek istiyor.
ilgi ve sevgi bekliyor.

yakan, yıkan, sesini duyurmak için bağıran, ayakları yere gümbür gümbür basan, belasını arayan ve daima bulan o yıkıcı eril yanımın cenazesi vardı dün içimde. yas, onun yasıydı işte.

yüzüme bakıyorum; bir güzellik: gebelik/doğum güzelliği.

ve şükür gözyaşları

vuslat.

şimdi soru: bu oğlan çocuğu nasıl büyüyecek?






* https://didemcivici.com/2018/03/28/animus/

19 Şubat 2021 Cuma

...dokuz, on, onbir; a t h a !

"İçimizin eski hükümdarları hiç fark etmeden bizi devralıyor. Bir bakmışsın düşmüşsün; bir bakmışsın kalkmışsın.  Bu savaşın bir kısmı çok zor geliyor.  Bitsin istiyorsun; ölmek istiyorsun. Ama bir kısmı da ilham veriyor: Doğru olanı yapmak; evrenin evrimine hizmet etmek istiyorsun."

Hamsa Kerem Saraswati; Yoga'nın Sırları sabah sohbetlerinden bir alıntı

30 Temmuz 2020 Perşembe

er kişim, dişil yanım

otuzbir temmuz ikibinondokuz

sessizlik inzivasındayım. altı haftadır bir bebeğe gebeyim. dışarıdan bir dişi beden görünsem de rahmimde bir er ile bir dişinin bir'ini taşıyorum. o sessizlik içinde öyle çok sesle muhatabım ki kafamın içinde, bir tanesine kayıtsız kalamıyorum: annemle ilişkime dair hatırlayabildiğim çocukluğumdan bu yana taşıdığım yaralar. "hahh" diyorum, "sümeyra sen kesin bir kız çocuğu taşıyorsun, eee kolay değil o'na bunca yükü taşımak. gelsin önüne yaralar ki çalışasın, çalış ki hafiflesin yükü bu bebeciğin." başlıyorum kazı çalışmasına. sessizlik çok yardımcı oluyor. her ne ise bir tam insan olmaya dair ödevim, o günkü bilinç halimle önüme dökülüyor.

kendime en net serzenişim: 
ne kadar da eril eril yaşıyorsun bu hayatı. yüksek sesle ateşli konuşmaların, pata küte yürüyüşün, bir ortamda var olduğunu gösterme biçimin. ne kadar da erilsin. hem bir de anne olacaksın! dişil yanını hatırla. rahmini. kapsayıcılığı, yumuşaklığı, hafifliği, sessizliği... kendime bunu söylerken bile eril eril dökülüyor sözlerim, ses tonum öyle üstten. 

***

bunları fark etsem de etmesem de gebelik sürecimin öyle eril eril "aman da ben yakarım, yıkarım" gibi beylik laflarla geçme ihtimali pek yokmuş hani. :) malum, duygular şelale! peki o duyguları yaşayış şeklim? huylu huyundan vazgeçmeyecekti elbette.

(o süreci şimdi pek anlatasım yok ama merak eden olursa paylaşabilirim. o zamanlar yazdığım yazılar tüm kafa karışıklığımı, tüm sancılarımı, o duygular karşısındaki tüm bilmezliğimi ve çaresizliğimi apaçık ortaya koyuyor.) 

***
otuzbir temmuz ikibinyirmi

bir haftadır gizli sandıklar açılıyor. bir insan yavrusu olarak taşıdığım türlü yaralar. hepimiz gibi. çevremde gördüğümde az çok tanıdığım, kendime kör olduğum noktalar. 

bir haftadır kendimi nerelere vuracağımı bilemiyorum. bir bedende, şimdilik olduğu kadar benim diyebileceğim koca bir evin içine sığamıyorum. nerelere gideceğimi bilemiyorum. ne oldu şimdi bu kadar? acıysa acının dibini yaşadın o bebeciğe veda ederken. ne oluyor şimdi dünyalara sığamayacak kadar? 

biriyle bir şey yaşıyorum. biriyle bir şey yaşamıyorum bile. biri bir şey yapıyor ya da yapmıyor; o yaptığı ya da yapmadığı benim türlü yarama dokunuyor. yaraları açan o biri değil; yaraya tuz basan da o biri değil. geçmişte başka birileriyle bir şeyler olmuş. yaralar açılmış. tam da o zaman yaralara bakma cesareti göstermemişim, onları yok saymışım, görmezden gelmişim. yara oldukları yetmiyormuş gibi bir de omzuma yük eylemişim, taşımışım bugüne değin. şimdi durduk yere, "ama benim yaram var!" serzenişleri. 

kime? 
tabii ki kendime. 

bugün bir dost "geçmişi silip atamıyorum" dedi. "severler o geçmişi" dedim (yersen:), biraz da her ne oluyorsa şimdi'de oluyor'a dair atıp tuttum. bunu yaparken öyle emindim ki, onun da buna ihtiyacı vardı, rahatladı. onun sayesinde ben, geçmişe bakarken ne kadar ürkek olduğumu gördüm. o, geçmişe takılıp şimdi'de kalmaya ürküyor; bense geçmişi görmezden gelmek için şimdi'de oyalanangillerdenim. 

nitekim açıldı sandıklar. kırgınlıklar, kızgınlıklar, yok sayılmışlıklar, değersizlikler, sevilmemeler, hor davranışlar, türlü şiddet, türlü yanlış anlaşılmalar dökülüverdi ortaya. 

sabahtan beri bir ağlasam diyorum. bir ağlasam da çıksa içimde tuttuğum ne varsa. çıkmıyor. er meydanı burası. türlü duygu yükü ve onca duyguyla ne yapacağını bilemeyen bir sümeyra kişisi. hodri meydan! 

derken derken, tarihe bakmak geldi aklıma. geçen yıl bugüne gidip niyetimi hatırlayınca duruldu ortalık. 

dişil yan dişil yan dediğimiz, yerlere göklere sığdıramadığımız, hele şu günlerde sosyal medyada türlü challenge ile daha bir göz önüne gelip kadınlık ile bağdaştırılan o yanımızın bendeki karşılığını buldum: duygular. 

duyguları tanımak. onlara annelik yapmak. bir buyur etmek içeri. yasıyla göz yaşına boğulmak, sevinciyle gülücükler saçmak. evin içinde. bu önemli. her ne oluyorsa evin içinde. misafire ev sahipliği etmek adabınca ve gözünün içine bakmak o anlatırken. gönülden dinlemek. gönlünü sunmak ona. yaşamak o duyguyu gereğince. bunlar, senelerdir görmezden geldiğim, hor gördüğüm, beğenmediğim dişil yanımın işi. 

bir de bunun evden dışarı çıkması var. duyguların başkalarıyla iletişim içinde doğru bir şekilde, kırmadan, dökmeden, tam da olduğu haliyle ifade bulma şekli de eril yanımın işi. 

içeri buyur eden dişi, dışarıda gereğince ve yerinde ifade bulduransa er kişi. 

duyguları yaşayan, onlara annelik eden dişi; rüzgarına kapılıp gitmeyen, ortalık sakinleyene kadar irade gösterip konuyu değiştirmeyen er kişi. 

***
çok uzun yıllar duygularını yok sayan biri olarak insanlara kırılmadım ben. biri söz vermiş tutmamış mı, onun sorunu. yapıcam demiş yapmamış mı, kendi sorumsuzluğu. gelicem demiş gelmemiş mi, onun kendini bilmezliği. 

bunların her birini yapmadığımda aynılarını kendime defalarca söylemişliğim, insanlara da "bana kırılma, benle işin yok senin, farkındayım ne yapmadığımın, sen kendi kırılmana bak, oraya çalış" demişliğim de çoktur. 

bir ay kadar önce birinin yapıcam deyip yapmadığı şeyden müthiş tetiklendim. çünkü iş söz konusuydu ve iş benim için ne demek, bilenler bilir. :) tabii ki yıktım ortalığı. yandaş aradım, halimden anlayan bir er kişi de bulamadım üstelik. kaldım öyle tek başıma. 

o gün bugündür birileri mütemadiyen birşeyleri yapıcam deyip yapmıyor. izliyorum hallerimi. izlemek çok baba bir iş. irade gerektiriyor. öyle ya da böyle izliyorum bir şekilde. çoğu zaman kapıyorum gözlerimi, içim kaldırmıyor gördüklerimi. ortaya çıkan türlü kırılganlık, incinmişlik, üzüntü. içimdeki boynu bükük kız çocuğu çıkıyor ortaya. görmek istemiyorum. öyle çok görmek istemiyorum ki rüyamda sağ gözümü açamadığımı görüyorum üstüne. yanımda annem, teyzem ve komşumuz olan bir bilge kadın. onlara ağlıyorum, haykırıyorum açamıyorum sağ gözümü diye. onlarsa yine kendi hallerinde. 

uyanıyorum. 
arefe gecesi. ertesi gün kurban bayramı. 

sen neyi kurban ediyorsun? en sevdiğin, en kopamadığın, en olmazsa olmaz neyinden vazgeçiyorsun? sorusuna er gibi cevabımdır: duygularını görmezden gelen, onları yok sayan yanımdan vazgeçiyorum. dişil yanını ayakları altına alan, ezen, hor gören tarafımdan vazgeçiyorum. kurban arketipinin tuzağına düşmeden, "ama ben çok kırgınım, çok kırdılar beni" diye diye hıçkıra hıçkıra ağlayacak bir omuz aramadan. ki buna meyletmişliğim de çoktur. bu kez şartlar el vermedi allahtan, evde yalnızdım. :) 




***
er kişi, dişil yan dedim.
öyle geldi içimden. (ya açıkçası böyle daha kafiyeli de oluyor bi yandan :) 
bu ifademi destekleyebilecek yeterli argüman yok elimde. 
fakat kısaca şunu söyleyebilirim:

aylardır zihin-beden-kalp üçlüsünü bir'lemeye çalışıyorum. 
bu bir savaş. 
bu bir mücadele. 
yogadaki savaşçı duruşlarından, türlü hareket sanatına, meditasyondaki o rahatsız dik oturuştan, zihinden geçenleri sanki bulutları seyredermiş gibi seyretmeye kadar irade göstermemiz gereken bir çok yerde eril yanın sağlıklı ve güçlü bir şekilde vücut bulması gerekiyor bedenimizde. kişiyi kişi yapanın bu eril tarafın iradesi olduğuna inanıyorum. en azından sümeyra cismi, bu dengeli eril iradesi olmadan bir sümeyra kişisi olamayor, deneyimlediğim. en çok da, dişil yanımı parlatıcam, eril tarafımı ehlileştiricem derken çektim bunun sancısını.

dişil yan. havva'nın adem'in yanına yaratılması gibi. eril iradeyi dengeleyen, yanında olan. yakma potansiyeli olan ateşi pişirme kıvamında, tadında kullanan. bilge olan. öylece durmayan, taşıyan, ve aktaran.

ikisi de bir diğeri olmadan yarım. ikisi de bir diğeriyle birlikte insan eyliyor deneyimleyenini. birindeki manaya ulaşmak ancak ikisini de anlayarak mümkün. 

***

bu yazıya, bu yazıyı yazdıran histeki bayrama "n'oldu bu gönlüm" yaraşır. 
keyifli dinlemeler olsun 🎶


18 Nisan 2020 Cumartesi

dört öğüt


birinci öğüt - kendinden çık yola:

ne zaman kaybolsan, ayağın takılıp düşsen, canın yansa, merkezini yeniden bulmak için dönüp durdun. çaba sarf ettin. yoruldun. oysa kendinden çıkarsan yola, merkezin hep kendin olduğunu bilir, bu bilinçle hareket edersin.

ne zaman kırsan birini, üzsen, sana yakışır olmayan davranışlar sergilesen en çok senin canın yandı. kayboldun. merkezini yeniden bulmak için dönüp durdun. ilişkilerinde de kendinden çık yola. ilişkiler içindeki yakışırını bul. kendinden bildiğin hallere hoşgörüyle yaklaş, merhametli ol.
kendinden yola çıkmak bir enstrümanı akord etmeye benzer. çalmadan önce akord edersin ve böylece müziğin ahengi dinleyenin içine işler. sen de bir davranış sergilemeden önce bedenini ve zihnini akord et ki kendini ifade ederken ruhun dans etsin.


ikinci öğüt - misafir olduğunu hatırla:

ne zaman bir şeyi sahiplensen, bir yere ait olduğunu hissetsen, kendinden uzaklaştın. canın yandı. hakikatte hiçbir şeye sahip olamazsın, hiçbir yere ait değilsin. nasıl ki aldığın nefes sadece yaşamana vesile, ve vermek durumundasın yaşamını sürdürmek için, işte hayat yolu da böyle: sahiplenmeden, ait olmadan yaşamı sürdürme hali. her "benim hayatım" dediğinde büyük plan seni ters köşe etti. senin olan bir şey yok. sen bu hayatta misafirsin.

bir misafir edasıyla yaşamayı dene hayatı. yaşadığın yerde misafir olduğunu hatırla. adımların küçük, sözlerin sessiz olsun. nasıl ki özenirsin misafir olduğun yere, öyle özen bulunduğun ortama da. misafir olduğunu hatırla: bir evde, bir gönülde, bir dostlukta, hatta ailende bile. ve bir gün gideceğini, tutunmanın bir yararı olmadığını.

duygular da misafirdir, düşünceler de, yaşantılar da. bir misafire yaklaşır gibi yaklaş onlara. hoş gelsinler, içeri buyur et, sana getirdiklerini seyret ve zamanında gitmelerine izin ver.


üçüncü öğüt - yoluna sadık kal, yürümeyi hatırla:

yürürken önüne taşlar çıkacak. seni en çok oyalayan o taşlara bakıp nerden geldiklerini incelemek, neden seni bulduklarına dair ah vah etmek, taşın etrafında ağıt yakmak ve kaybolmaktı taşın varlığında. hatırla. oyalanmaya değil, oyun oynamaya geldiğini hatırla.

ne zaman kaybolsan yolun seni çağırdı. oyalansan da, yürümekten yorulsan da yol hep vardı. illa bir şeye tutunacaksan yola tutun ve yürümeyi hatırla. yürüdükçe açılacak yollar.

yürüdükçe yolda birileriyle karşılaşacaksın. çok cazip gelecekler, belki ayağını yerden kesecekler. "buldum" sandığının, seni bu yolu yürümekten alıkoyuyorsa eğer, yolda ayağına takılan herhangi bir taştan farksız olduğunu hatırla. uyanık ol, yürümeyi hatırla.


dördüncü öğüt - kendine gel:

nereye gidersen git kendinden başka gideceğin bir yer yok. durup dinleneceğin, dinleyeceğin bir tek sen.

velev ki ilk üç öğüdü unutup kayboldun, o zaman bu son öğüdü hatırla.
kendine gel ki bir gün yeniden kendinden yola çıkabilesin.



18 Ocak 2020 Cumartesi

olmaya mı, ölmeye mi?


Yunus Emre - Aşkın Yolculuğu dizisinin ilk 7 bölümünden notlar.. 

***

~ Yola çıkıp da varmayan, yoldan çıkıp da varan olmamıştır.

~ Adalet suçu suçluyu değil, adalet sonuna kadar masumiyeti aramaktır.

~ Kötü söz söyledi diye başkasını şikayet, söylenen kötü sözden daha kötüdür, bu da muhabbeti azaltır.

~ Adalet bir kutup yıldızıdır. Herşey etrafında dönerken o sabit durur.

~ Tut içindeki şüpheni, on pareye ayır. Dokuz paresi suçlu, bir paresi masum der ise, o kişi masumdur. Ama dokuz paresi masum, bir paresi suçlu der ise o kişi suçludur.

~ İnsanın başına bela olan kendi benliğidir. Ben yaptım, ben ettim diyen insanın başı dertten kurtulmaz. İster kadı ol, ister kadıya kul ol. İnsan ne olursa olsun hiçbir zaman benlik iddiasında bulunmamalıdır.

~ Biz hiçbir zaman oldum demeyip daima öldüm demeyi tavsiye eder ve kendimiz de bunu uygularız.

~ Ölümün kötü bir şey, bir son olduğunu kim söyledi? Ölüm son değil. Ölüm bir göçtür.

~ Arı değiliz ya, herkese bal kovanında ölmek nasip olsun?

~ Su arkı bahçeye su götürmekten yorulur mu?

~ Aşk ile yürüyen, dünyayı sırtında taşır. Aşksız yürüyen, beden diye bir ceset taşır.

~ İnanmak istemeyenin bütün harfler emrindedir. İnanmak isteyene tek bir harf lazım değil.

~ Eğer bir yerde adalet yıkılırsa orada nizam da bozulur, ahlak da bozulur.

~ Mümin müminin aynasıdır. O vakit hepimize birer ayna lazımdır. Ne yapar ayna? Sen ona nasıl davranırsan davran, o hep hakikati gösterir. Eğriye doğru, doğruya eğri demez. Kusur var ise, var kusuru kendinde ara. Ayna kusur sahibi olacak değil ya. Sen ona hükmedemezsin. O sana hiç hükmetmez. İki yüz sene önünde ona secde etsen, ayna hiç senden yana olmaz. O gene gördüğünü gösterir. Tam tersi vaki olsun. Sen iki yüz sene aynaya hükmetsen, ona istediğini yaptırmak için işkence dahi etsen, ona düzen versen olmaz. O gene aynalığını yapar. Mümin müminin aynasıdır, demiş ya Peygamber efendimiz. Emir-ül müminin olan kendisi dahi kendine ayna arar o vakit. Hak'tan gelen bütün sözler aslında insana bir tek şeyi öğütler: Kendine bir ayna bul. Aynada kusur görürsen, aynayı kırma. Kusuru kendinde bil. Aynanın ne günahı vardır?

~ Öldüm de geldim, diyen Yunus'a şöyle der Tapduk Emre: Dergahımıza ölüler değil, diriler gelir. Kimi olmaya, kimi ölmeye. Olmak için de, ölmek için de diri olmak lazımdır. Dergah dediğin dört duvar. Çamurdandır kerpiçtendir. Sanma ki dergahta keramet vardır.

~ Tekrar, sözün tesirini azaltır.

~ Madem ki nasip istersin, öyleyse hizmet et, nasibini al. Böyle deyince yanlış anlar lafı gönlü karalar. Hizmeti bize değil, zerreden küreye, insandan karıncaya cümle varlığa edesin. Unutmayasın, cümle varlık O'nun nurudur. Damlanın deryanın ispatı olduğu gibi, bütün yaratılmışlar da O'nun ispatı, O'nun nurudur. Öyleyse dilindeki kelime-i tevhidi hayatında ispat edesin. Gönlünden "la ilahe illallah" diyen, "senden başka varlık yok" diyen, yere basarken dahi o şuurla basacak o vakit. Bastığın yerlerde ne alemler, ne canlar var. Onlara dahi hizmet.

~ Sulhta hayır vardır. Barıştırmak farzdır. Dinimizin adı dahi barıştır.

~ Arı bilir mi ki ne alır ne verir. Arı bal yapar, izah edemez.

~ El işler, gönül eyler. Gönlü yatkın olanın tutamayacağı iş yoktur. Yeter ki gönülden yapsın işi.

~ Mürit, irade kökünden. İradesini Hakk'a teslim eden, kendini hiçe sayan, bir Yaradan'ı tanıyan, O'nu bilen kişi demek mürit. O vakit, cümle varlık mürittir. Mürit, teslim olan kişidir. Ama bu teslimiyet gönülden.
Rabb'in manası ne? Terbiye edici. Öyleyse mürit tam gönül kabulü ile teslim olacak. Ali olmak kolay mıdır öyle? Neden cümle tarikatın silsilesi varır O'na dayanır? Çünkü O, efendimizin özbeöz mürididir de ondan. Teslimiyet dediğimiz şey, Ali'nin Muhammed'e takındığı haldir. Terbiye de odur. Tarih kitaplarında yazdığı gibi onun kahramanlığı savaş meydanlarında düşmana karşı yaptığı cenkten değil, onun asıl kahramanlığı hak meydanında nefsiyle yaptığı cenktendir.

~ Tarla bilmez ki üstündeki elmadır, dikendir. Hakikat gibi işte. Suyu verirsin tarlaya, o suyla diken de büyür, elma da. Su ayırmaz sen dikensin, sen elmasın, sen armutsun, sen falansın, sen filansın. Suda öyle bir bereket var ki, diken de nasiplenir, gül de. Senin tarlandaki dikenleri büyütmese o su, elma bahçesinde diken büyür müydü? Hakikat de böyle bir sudur işte. Onun bağrında gül de büyür, diken de. Öyle bir gıdadır ki, herşey, herkes nasibini bulur onda.

~ Ne demek tövbe? Dikeni gül etmek demek.

***

Yazıyı canım Tuncay'ın güzel şarkısı Aşk İçin ile bitireyim.

Aşk için ölmeye var mısın? 



3 Ocak 2020 Cuma

ayna


çok çabuk unutuyorum.
acıyı, kederi, hüznü, sevinci, niyetimi, sevdamı, bilgiyi, öğrendiklerimi, deneyimlerimi, yolumu, yolculuğumu, yolcu olduğumu...

yolculuğun başladığı ilk zamanlardan seyirde hocam Sibel Bilir'in söylediği bir şey vardı: "Bir şeyden-insandan-durumdan rahatsız oluyorsan şayet orada, kendinde görmen gereken bir şey var olmalı." öyle ya, iki gözüm var dışarı bakan, fiziksel olarak yalnızca dışarda olan biteni görebilen baktığı sürece. bende olanı görebilmem için bir aynaya ihtiyacım var. insan ilişkileri devreye giriyor tam da bu noktada. olanla ve kendimle ilişkimi aynalaması için.
bu bilgi hayatıma girdikten sonra epey bi süre rahat ettim ilişkilerimde. karşımda ne görüyorsam bende bir karşılığı olduğundan öyle emindim ki.

biri benim seçimlerimi sürekli sorguluyor, sorular sorarak beni darlıyorsa; başta ne kadar öfkelensem de o birine, bu bilgiyi referens alarak durup bir düşündükten sonra seçimim konusunda içsel olarak emin olmadığım yerler olduğunu görüyordum mesela.

güvenmiyorsam birine bazı konularda, onun da bana güveni olmadığını görüyordum sonunda olan biteni izleyince. belki güveni aradığımız yerler farklı, ama temelinde ihtiyaç aynı işte.

mükemmeliyetçi insanlara ısınmam zaman aldı hep. hep de şikayet ettim "bu kadar kasmaya ne gerek var abi" diye diye. sonra bir gün, benim bir mükemmel insan kriterim olduğuna aydım. şöyle ki... bana göre de herşeyi eksik yapan insan tapınılasıydı belki ve öyle bir insan benim mükemmelimdi. mükemmeliyetçi biriyle didişmemin sebebiyse temelinde "senin mükemmelin değil benim mükemmel daha mükemmel işte hıhh" anlayışımdı.

bunlar rahatsızlık duyduğum şeylerin bana nasıl güzel ayna olduğuna dair bir kaç küçük örnek.

bir de insanın yaptığı işin ona ayna olması meselesi var.

kendimde bunu görmem pek kolay olmuyor çünkü benim bir yanım sıkı bir işkolik. diğer yanım sağlam işgüzar. bir diğer yanım bi o kadar boş vermiş ve umursamaz. ve yine dışarıya bakarak farkına vardım bu iş-ayna ilişkisinin.

istanbul'da yaşarken birilerine hep iş bulurdum. part time, full time, kısa süreli ya da ömürlük. işverenin çalışana, iş arayanın paraya ihtiyacı var. buluşsun işte bu iki kişi! nitekim biri gelir iş arıyorum derdi mesela. bağlantıları kurup referans olduktan sonra o kişiye iş görüşmesine bile gitmediğini duyardım bi yerden. sonra anlardım ki aslında o kadar çok istemiyormuş bu işi. dili başka söylerdi, inanırdım. anlayamazdım neden gitmediğini görüşmeye. oysa niyete ayna olan eylem işte. şimdi ne kadar net görüyorum, ya gerçekten istemediğini ya da o işe uygun olmadığını.

aynısını gün içinde de çok gözlemliyorum. biri yapmak istemediği bir işi yapıyor olsun. eli ayağı birbirine dolaşıyor. elinden bir şeyi düşürüp kırıyor. en çok kendine ya da işe bir şekilde zararı dokunuyor. ve hemen görüyorum bu kez bu iş ona göre değil.

bunlar bana da güzel ayna oluyorlar. bir iş yaparken ne zaman elim ayağıma dolaşsa anlıyorum ki bir durup izlemeliyim ne olup bittiğini önce. ya o iş bana göre değil ya da o an bunu yapmamın kimseye bir faydası yok. tabii karar vermek her zaman bu kadar kolay olmuyor. hırs ile ısrar edersem o işi yapmakta ya bir bardak kırılıyor ya elimi kesiyorum. işaretler sağlam geliyor.
bazen de tekrar denemekte fayda var tabii. öyle işler de çok oluyor. o zaman dengemi bulduğum yer hırs ayarım benim. tekrar denemeyi hırsla mı, ısrar ederek mi istiyorum; yoksa şartlar buna gayet uygun ve içimden öyle geldiği için mi? kendimi azıcık dinlesem bu ayarı tutturmam zor olmuyor.

***

şu günlerde ayna konusu epey gündemimde. zira doğumdan beri kime baksam kendimi görüyorum. bir insanın benimle ilişki kurma biçiminden, bulunduğumuz ortamda var olma haline kadar birçok davranışında benim izlerim var sanki. ne garip.

bunu ilk ailemle ilişkimde deneyimledim. ben hep şikayet ederdim bizimkilerin beni sürekli arayıp ne yaptığımı, güvende olup olmadığını merak etmelerinden. ve isyan ederdim büyüdüm gayrı kabul edin diye. doğumdan sonra eve döndüğümde yanıma geldiler. o gün, bir şeye uyandım her nasılsa. bu seneler boyunca ne kadar da küçük kız çocuğu kafasında kaldığıma. bana bakın, beni sevin, beni önemseyin, bana ilgi-şefkat-sevgi gösterin diye diye gözyaşları döken küçük kız çocuğunu gördüm içimdeki. sonra anne-baba bakın ben büyüdüm dediğimi hatırlıyorum içimden, ve kendi ihtiyaçlarımı kendim karşılayabiliyorum.

o gün bugündür ne ben gözü yaşlı küçük kız çocuğuyum, ne ailem merak içinde ne halde olduğuma dair. gül gibi geçinip gidiyoruz sınır ihlali yapmadan, zorlamadan.

daha bir sürü hikaye çıkar bu konudan. bazen hayretle izliyorum aynalarımı, aynılarımı. bazense şaşırtmıyor gördüklerim artık.

çok çabuk unutuyorum demiştim.
birbirimize yaptığımız aynalığa dair bir bilgi hep var içimde. unuttuğum zaman o yol artık yol değil çile olmaya başlıyor. omzumda taşıdığımsa yanlış bakış açımın, eğri büğrü zeminlere kurulmuş ilişkilerin acımasız yükü.

hatırlayınca rahatlıyorum. böylece yol daha yürünür bir hale gelmiyor ama yüksüz yürümenin keyfi bir başka hani.

neyi merak ediyorsam içimde.
içimde göremiyorsam tam karşımda. ayna bunun için var.

ve aslında cevap her yerde. bakabildiğimce, görebildiğimce.




1 Ocak 2020 Çarşamba

açık yara


beş yıl önce, duvarlarımı görerek başladım bu yolculuğa. hatta kale demek belki daha uygun. dış mihraklardan kendimi koruduğum, bir tehdit karşısında kendimi savunduğum, gerektiğinde saldıraya geçip ateş açtığım, hayatımı bi şekilde idame ettirdiğim güvenli bir kale.

sonra o kalenin, her saldırıya geçtiğimde canımı yaktığını fark ettim. çünkü saçtığım ateş duvarlardan sekip bana geri dönüyordu. düşman dediğin çeşit çeşit. biri bitse bi başkası geliyor. kale sadece işini yapıyor. ama "ben tek, siz hepiniz" kafasıyla nereye kadar yaşanır ki?

o kaleyi ben örmüştüm. insan bazen kendini kısa zamanlı tehlikeden korumak için uzun ömürlü (olduğunu fark etmediği) işlere girişir. kale bunun en güzel örneği. ölmemek için kaleler inşa etmiş adamlar ve ölmüşler, fakat duruyor kaleleri. ve birileri de müze yapıyor hatta onlardan, yıllar yıllar sonra. ibret olsun diye galiba insanlığa.

sonra baktım dışarısı ışıl ışıl. ve çok sıkıcı tek savaşmak. karışayım dedim o başkalığa. belki barışırım da. indirdim duvarları. oldu bu. ve karıştım. ve eğlendim. çok da ağladım. başka başka hallerini gördüm insanların, hepsinin içimdeki bir sümeyra'ya karşılık geldiğinin farkındaydım. sevdim, nefret ettim, uğraştım. en çok kendimle.

şu hayatta tek bir hata yaptıysam eğer, o da "bununla bitti" sanmam olmuştur. öyle ya, bitmiş olsa çoktan ölürdüm. hala yaşıyorsam devam ediyor demek bu yolculuk.

kabuklarım peydah oldu sonra. katman katman. üzerime yapışık. türlü türlü kabuklar. e yaram var çünkü. ezelden yaralı. kimbilir kimlerin yarası bana aktarılan. ve almışım da üstüme hani. içime işlemiş. iyi haber, yara iyileşirken kabuk tutar. gördüğüm her kabuk iyileşmenin habercisi. canımı yakarak da olsa, uzun zaman geçmesi de gerekse. geçecek işte yaralar ve soyulacak bu kabuklar. şifa ise niyetim.

bu yaraları görmeden ettiğim şifa duaları kabul olmuş olsa gerek. doğrudan kabukların soyulmasına uyandım. ve devam ediyor yolculuk. kabuklar bir bir soyuluyor. acı. gerçek. tatlı. kaotik. anlatmaya çalışsam milyon yorum dökülür dilimden. hepsi de eksik kalır. gerçek, kabukların soyuluyor olduğu. hakikat, aslında çırılçıplak olduğum. geldiğim gibi, gideceğim gibi. gerisi sadece elbise. gerisi sadece yorum.

gebelik sürecimde gerçekliğim yerle bir oldu. hormonal bi süreç işte. sentetik bir hap almışım da kimyam darmaduman olmuş gibi. gerçek ve sanal birbirine karıştı. dağıldım.

sanal bir şeyleri gerçekmiş gibi algıladığım da oldu çok. zihnin kendini var etmek için oynadığı türlü oyunlar. oyuncak olmak da varmış bu hikayede. gerçek-miş gibi.

"gerçekmiş gibi" bir şemsiye olsun hadi. yağmur, hakikat. o şemsiyenin altında türlü -mış gibi yüzlerim olmuş. şemsiyeyle güvendeyim. artık ıslanmıyorum diye yağmur yağmıyormuş gibiden, nefes alıyorum diye yaşıyormuş gibi yapmaya kadar her renk ve çeşitte türlü maske. hepsi çantamda. şemsiye de var. biz burdan yürürüz.

şemsiye bi kayboldu sonra. sanki ilahi bir güç "alıyoruz şemsiyeni, illa bişey tutacaksan al bebeğini tut" dedi. tuttum. artık şemsiyeye gerek de duymuyordum.
kaleden sonra bi şemsiyem vardı sığınacak. bir rüzgar esse uçardı falan ama iyiydi. tutunacak bir o kalmıştı. yok şimdi. bebek de yok. kaldım mı ıslak ve kokuşmuş maskelerle başbaşa!

maskeleri de ben ördüm. gidip şemsiyeyi alan da ben. gerçeklerden korunmak için, acımamak için, daha sevimli-tatlı-hoş göründüğümü sandığım için. ve bebeği için için isteyen de ben. belki tatmadığım duygu-his kalmasın diye. açgözlülük bi nevi. elimdekiyle yetinmemekten belki.

şimdi yaraları olan, bazıları kabuk tutmaya başlamış olsa da, içerde daha neler saklı olduğunu bilmeyen bir sümeyra var burda. doğumdan sonra ne zamandır çıplak hissediyordum kendimi. ve bir utanç bununla birlikte. maskeleri yanımda götüremem, kimselere veremem. kaleye geri de dönemem. öylece, ortalıkta. 

gerçek, yaşamak için illa birilerine, bir şeylere ihtiyaç duyduğum.

hakikat, aynı anda kaç kişi olursam olayım aslında tek başına olduğum.

bu süreçler boyunca çok kelime döküldü dilimden. anlatmaya çalışan halimi. hepsi bir parçasıydı yaşadığım şeyin. ve işin tuhaf yanı, birleştirsem hepsini bir bütün etmezdi.

tüm bunlardan sonra çok net bildiğim, göründüğüm gibi değilim. içimde olanın olduğu gibi göründüğündense çok eminim.

bu zaten hep böyleydi. yeni fark ettim.
hakikate hoş geldim.
görebildiğim kadar, tadabildiğim kadar.

***

geçen gün elimin üstüne sobanın kapağı düştü. önce cildim soyulup açık yara oldu, türlü ilaçtan sonra kabuk bağlıyor şimdi. bu yara sadece sobanın yarası olsa canımı acıtırdı. çok daha fazlası olduğundan belki, bu kez sadece yaşıyorum acısını. söylenmeden. ah vah etmeden.

okuyabildiğim kadarıyla bu yaranın ardında
aman başkalarına rahatsızlık vermeyim'lerim, daha çok daha çok çalışayım'larım,
sorumluluk algıma yapışmış sorunlu kodlarım, 
aceleciğim, umursamazlığım var. 
belki daha fazlası.

her gün bakıp ibret alıyorum.
belki ancak böyle böyle yaralardan ve kabuklardan katman katman arınıyorum.
daha ne çok açık-gizli yaram var kabuk bağlamayı bekleyen bilmiyorum. 

niyetim, yaram var diye diye kendime ve başkalarına acınmaktan vazgeçmek. şifa gelecekse buyursun böyle gelsin. bekliyorum.